Nemrudun Burnuna Kaçan Sinek

Nemrutun küçücük bir sivrisinek yüzünden bütün huzuru kaçmıştı. Her nereye gitse sinek te onunla birlikte gidiyor, burnuna, yüzüne gözüne konuyor, hortumunu vücuduna saplayıp kaçıyordu. Ne kadar çalışmışsa, sineği yakalamağa muvaffak olamamıştı. Bütün saray seferber olmuştu. Herkes sineğin peşindeydi. Fakat hiç kimse tutamıyordu.
Kapıları, pencereleri sıkı sıkıya kapatıyorlar, fakat sinek ne yapıp ediyor, içeri girmeğe muvaffak oluyordu. Nemrud’un

gözüne günlerdir uyku girmemişti. İlahlık dâvası güden Nemrut, bir sinek yüzünden ne hallere düşmüştü.

Nemrut, tarihlerin şahit olduğu en cebbar ve en zâlim bir hükümdardı. Üstelik ilâhlık dâvası da gütmekteydi. Zenginliği, mülkü, serveti onu şımartmış, sonsuz gurura sevketmişti.
Kuraklık zamanında kendisinden zahire istemeğe gelenlere, “Rabbiniz kimdir?” diye soruyor, “sensin” demiyenlere bir şey vermiyordu. Bu yüzden herkesi hakimiyeti altına almıştı.
Hz. İbrahim (as)’in insanları elleriyle yaptıkları putlara tapmaktan sakındırıp, Cenab-ı Hakk’a iman etmeğe davet etmeğe başlaması üzerine müthiş öfkelenmişti.
Huzuruna çağırdığı Hz. İbrahim’e “Söyle bakalım senin Rabbin kim? Sen kime itaat ediyorsun? diye sormuştu.
Bunun üzerine Hakkın davetçisi Hz. İbrahim (as) şu cevabı vermişti:
“Benim Rabbim o zattır ki, hem hayat verir hem öldürür. Hayatı vermek ve onu geri almak, sadece O’nun kudretine münhasırdır.”

Bunun üzerine Nemrut kahkahayla gülerek şöyle demişti:
“Bu da iş mi yani? Ben de hayat verir veya öldürebilirim. Madem Rab olmak bunlara bağlı, o halde Rab benim.”
Bu sözlerin ardından Nemrut iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerinin de hayatını bağışlamıştı. Daha sonra, kibirlenerek:
“İşte ben de öldürüp, hayat verdim. Rabbiniz o halde benim!” demişti.
Bunun üzerine Hz. İbrahim (as) şöyle dedi:
“Benim Rabbim olan Allah, Güneşi şark cihetinden doğduruyor. Sen de batıdan doğdur da görelim. Eğer hakikaten Rab isen, bunda muvaffak olursun.”

Bu delil karşısında Nemrut hiç bir şey diyememiş, susup kalmıştı.
Nemrut, Hz. İbrahim (as)’le sözle, mantıkla başa çıkamayacağını anlayınca onu ateşe attırmış, fakat ateş Allah’ın izniyle İbrahim Aleyhisselâm’ı yakmamıştı.

İşte bu şekilde ulûhiyet dava ederek, Cenab-ı Hakk’ın Peygamberini ateşe atacak kadar azgınlaşan Nemrut, şimdi ufacık bir sivrisineğin karşısında ne yapacağını bilemez duruma düşmüştü.
Nemrut artık sarayda odadan odaya kaçıyor, sivrisinekten kurtulmak için türlü türlü yollara başvuruyordu. Fakat sinek bir türlü kendisinden ayrılmıyordu.

Bütün hizmetkârları Nemrud’un etrafında pervane olmuşlar, onu sivrisineğe karşı korumaya çalışıyorlardı. Fakat bütün tedbirlere rağmen hiç kimsenin aklına gelmeyecek birşey oldu, sivrisinek Nemrud’un burnundan içeri giriverdi. Nemrud’un burnundan giren sinek gidebildiği yere kadar gitmiş ve orada dönmeğe başlamıştı. O andan itibaren Nemrud’da müthiş bir baş ağrısı başladı. Beyninde dolaşan sinek onu müthiş huzursuz ediyordu. Son çare olarak başını tokmaklattırmaya başladı. “Vurun! vurun!” diyor, sineğin beynine verdiği ızdıraptan tokmağın acısını duymuyordu. Başına tokmağın her inişinde o, “daha hızlı vurun! daha hızlı!” diyordu. Başından kanlar akmağa başlamıştı, fakat o aldırış etmiyor, başını tokmaklatmaya devam ediyordu. Bir yandan da başını duvarlara vuruyordu.

Hiçbir şey kâr etmemişti. Nemrut, başına yediği tokmaklarla kendinden geçmişti. Sivrisinek ise hâlâ beyninde dönüyordu. Çok geçmeden çırpma çırpına can verecekti. Ufacık bir sinek, uluhiyet dâvası güden Nemrut’un hayatına son vermeğe sebep olmuştu..