Ömr-i tehi (boş hayat) – Aşk-ı Memnu’nun Yazarı Halit Ziya’dan Şahane Bir Öykü
Şimdi kaç sene oluyor ki böyle her gün sabahleyin çantasını dolduran mektupları alır, çıkardı. Yürümekten, kaldırıma sürüne sürüne bu yorgun bacakları çekip götürmekten bezmiş usanmış, dünyanın binlerce köşesinden gelen bu kağıt parçalarını sokak sokak, kapı kapı gezdirip dağıtmaktan, evet, artık nefret edercesine bıkmıştı.
Şimdi kaç yıl oluyor ki böyle güneşlerde yanarak, ateş püskürten yaz havalarında soluğu tıkanarak, kış günlerinde
yağmurların altında ıslanan sırtını kabartarak, yaşlılıktan nemden sızlayan ayaklarını çamurların içinde sürükleyerek, bu büyük kentin binlerce sokaklarında dolaşmaktan, çantası beline çarpa çarpa sayısız adamların habersiz habercisi olmaktan artık iğrenmiş, bunalmıştı.
Seneler… Onların insafsız silsilesi her gün meçhul emellerle yüklü başını biraz daha indirecek, biraz daha topraklara yaklaştıracak vuruşlar vura vura geçmiş, dermansız sinirleri bozuk yattığı gecelerden sonra gündüzleri açan her güneş ona: ”__ Bugün gene, dünkü gibi, her zamanki gibi dağıtıcısın ve her zaman böyle olacaksın!.” demişti…. Ah bu arka sokakların bitmez tükenmez, karışık dolaşık çizgilerini durmaz dinlemez adımlarla binaların rakamlarına bakarak, dükkânlardan isim sorarak, bir adam bulmak için saatlerce dolaşarak gezmeye mahkûm olan ömr-i sefil!..
İşte bugün başlayarak inatçı sessizliğiyle soluk giysilerini kemiklerine yapıştıran, yırtık ayakkabılarından çoraplarına nufûz eden, yağmurdan bütün küskünlüğü feveran etti. Bir yere sığınmaya lüzum görmeyerek, şu kendisini kamçılamak isteyen yağmuru küçümsemek için kaçmayarak, hemen oraya, kapalı bir dükkânın kenarına oturdu; gözlerinin önünde siyah kabarcıklarla çamurları kaynaşan yağmurun altında bir cehennem nehri şeklinde akıyor zannedilen sokağa,hayatın o heyecan sahnesine baktı.
İlk önce şemsiyesinin altında mahfuz ayaklarıyla sıkıntı içinde geçenleri gördü, sonra çamurları yararak akıp giden arabalara baktı. Şüphesiz yağmur bunlara ait değildi. Bu şemsiyeliler, bu arabalılar işte zavallı çantasını dolduran mektupların sahipleri…
Bunların içinde şu hayatın arasında kendisi ne idi? Dünyaya bu adamların mektuplarını taşımak için mi gelmişti? Artık sokağa bakmadı, şimdi eski giysinin kenarlarından sıza sıza katrelerle etrafına damlayan sulara, çamurlu paçalarının altında ağlıyor zannolunan ayakkabılarına bakıyordu.
Ah! Bu mektuplar!… Herkesten gelip herkese giden şeyler! O, bunlara yabancı idi. O’na daha hayatında hiç bir mektup gelmemişti. O, yalnız başkalarının mektuplarına memurdu. Hiç bir kimsesi yoktu ki ondan gelecek mektubu olsun. Şu her gün dolup boşalan çantayı hep bir hayal kırıklığı içinde açıp kapardı. Senelerdir elinden geçen bu şeylere imrenirdi.
Ne olurdu, ara sıra bir tanesi bir avuntu hissesi olarak ona ait olsaydı!… İçlerinde neler keşfederdi! Bir tenha sokakta cumbasının içinde bekleyen kadının oğlundan mektup alacağını anlardı. Her hafta 3-4 mektubu birden gelen bir tıbbiyeli tanırdı ki mektupların içinde pembe zarflısını açmak için acele ederken elleri titrerdi. Artık, yavaş yavaş, senelerce ülfet ve melekeden mütevellit bir ferasetle yazılarından, isimlerinden, zarfların şekillerinden, kağıtların kokularından hemen hemen muhtevalarını anlamaya başlamış idi.
Evet, bütün o mektuplaşan babalar ve çocukları, karı kocaları, aşıkları keşfediyor; evet, şu gözünün önünden arabalarıyla, şemsiyeleriyle geçen, kendi gibi başkalarının mektuplarıyla dolu bir çanta asılı olmayan bütün adamları, bütün o mektup sahiplerini anlıyordu ve anlıyordu ki kendisi bunların içinde nasipsiz, bahtı boş, tamamı ile yabancı idi. Ona hiçbir yerden mektup gelemeyecek idi.
O vakit ıslak saçlarından yanaklarına doğru akan yağmurların altında, bu ümitsiz hayat, bu zavallı kimsesiz dağıtıcı, ağır bir yeis duydu. Artık boynuna tahammül edilemeyecek bir zincir ile asıla asıla aşağı doğru kaldırımlara vurmak için başını çekiyor gibi ağır gelen şu çantayı, şu başkalarının mektup koruyucusunu koparıp atmak, ayaklarıyla çiğnemek ve sonra biraz daha rahat etmek için işte şuraya üzerinden geçildikçe açılıp kapanan kirli suyun içinde arabaların tekerlekleri altında boylu boyuna uzanıp ölmek, çamurlara gömülmek istedi.