Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve böyle kocaman bir kapı yaptırmış. Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırmış. Kimisi sürgülü, kimisi halka kilit vesaire derken baştan aşağı her tarafa kilit yaptırmış. Ve sonra vezir adaylarını bir bir buyur etmiş. İlk giren adama demiş ki: – “Sen benim vezirim olmak istiyorsun, değil mi?”
Dindar ve salih bir adam bir gün avlanmaya çıkar. Bir de bakar ki korku içinde kıvranan bir yılan görür. Yılan kendisine: – “Ey adam, peşimdeki beni öldürcek olan düşmanımdan beni kurtar. Allah da seni kurtarsın” der. Bunun üzerine adam, yılanı elbisesiyle örtmek ister. Yılan: – “Düşmanın beni görür” dedi. Adam, yılana: – “Ne yapmalıyım?” diye
Bir dükkan sahibi dükkanının vitrininin üzerine Satılık Köpek Yavruları yazan bir tabela asarken, yanında küçük bir erkek çocuğu belirdi. Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz? diye sordu. Adam çocuğa yavruların en az 50 dolar ettiğini söyledi. Çocuk elini cebine attı biraz bozuk para çıkardı, dükkan sahibine bakıp İki dolar otuz beş sentim var. Onlara bakabilir miyim? dedi.
Eğlenmek isteyen padişahın biri bir gün, “Kim bana bir yalan söyleyebilirse bir küp dolusu altın vereceğim!” demiş. Yalancılar hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana; Biri “Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü” demiş. Padişah: -Bunun neresi yalan? Kuş kartaldır, aslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür yuvasına tabii. Başka biri: -Komşu ülkede bir eşeği
Thomas Edison bir gün eve geldiğinde annesine bir kağıt verdi ve “Bu kağıdı öğretmenim verdi ve sadece sana vermemi tembihledi”. dedi. Annesi kağıdı gözyaşları içinde oğluna sesli olarak okudu: “Oğlunuz bir dahi. Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin.” Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Edison’un annesi
Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır
Uzun yol şoförüydü babam. Yüzünü 15 bazen 20 günde bir görürdük. Hep uzaktık hep bir soğukluk vardı aramızda. Küçüklüğümde içinde babanın geçtiği anılarım yok benim. Kucağında çektirdiğim resmimde olmadı hiç. Güzel bir söz duymadım 30 senede ağzından ama kötüde konuşmadı hiç birimize. Dün saat 19,30 da işten eve geliyorum. Kayınvalidemler bizde. Hâlbuki daha dün beraberdik.
1940’ların sonuna doğru Amerika’da zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor. Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye
Padişah vezire sormuş: -Eğitim mi önemli karakter mi? Vezir düşünmeden cevap vermiş: -Karakter padişahım. Padişah memleketin her yerine tellallar çağırtmış. -Duyduk duymadık demeyin en iyi hayvan eğiticisine yüz kese altın en iyi hayvan eğiticisi padişahın huzuruna çıkarılmış. padişah hayvan eğiticisine sormuş: -Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretebilirsin? -Altı ayda öğretirim padişahım. Altı
Bir gün Süleyman (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da, “Bir buğday tanesi yerim” diye cevap verir. Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında