Bir annenin ağzından: “Eşyalarımın Kölesiymişim!”
Evimde rahat oturmuyordum, oturtmuyordum da.
Taa ki arkadaşımı yeni evinde ziyaret edene kadar.
Evi çok şirin, eşya kalabalığı yapmamışlar, eşyaları öyle markalı falan da değil uygun fiyatlı oldukları belli ama güzel gözüküyorlar.
Sordum arkadaşıma ‘Maddi durumunuz oldukça iyi olduğu halde evinde neden çok eşya yok? Olanlar da şirin, mazbut şeyler.’
Cevabı çok manidardı.
-Eşyanın kölesi olmamak için!
Güldüm, alaycı bir tavır takınıp, öyle şey olmayacağını belirttim.
Başladı anlatmaya.
-Kaç senelik arkadaşımsın biliyorsun ailemin maddi durumu da iyiydi. Evimiz çok şatafatlı eşyalarla ve özenle seçilmiş aksesuarlarla döşeliydi. Dışarıdan gözüktüğü şekilde çok güzel bir manzara değil mi?
Herkesin sahip olmak istediği şey, dayalı döşeli bir ev. Ama o eşyaların kölesi olmaya başlarsan durum vahim. Bizde de öyleydi. Koltuklarımız kaz tüyü ve beyaz olduğu için bir kere bile üstlerine örtüsüz oturmuyorduk, annem oturtmuyordu. Yanlışlıkla kardeşlerim koltukların üstüne bir şey döksün. Sinirden çatlıyor, söylenene söylene temizliyordu. Döken kimse onu da azarlaması bonusu.
Hatırlıyorum küçükken annemin çok para vererek aldığı vazoyu kırmıştım. Annem görmesin diye saklamaya çalıştım ama yine gördü, kırılan parçaları toplamaya çalışırken elim de kanadı. Ama annem benimle değil, vazonun kırıldığı yerdeki İtalyan parkelerle ilgilendi, çizilmiş mi acaba diye! Sakar, sakar diye bağırışları hala içimden çıkmıyor.
Evimizde kristal bardaklar, gümüş çatal ve kaşıklar vardı. Onları kullanmak ev sakinlerine yasaktı. Küçükken özenirdik onları kullanmak için ama annem asla izin vermezdi. Misafir geldi mi onlar çıkar kullanılır, misafir gitti mi temizlenir sarılır bir antika gibi kaldırılırdı.
Bir keresinde de kardeşim masaya sıcak çaydanlığı koymuş, masanın kaplaması bozulmuştu, korka korka yanıma geldi, anneme söyleyemedi bana söyledi. Tam iki hafta annemden gizledik. Örtüsünü kaydırdık, bozulan yere çerçeve koyduk annem görmesin diye çırpındık anlayacağın. En sonunda gördü, yanlışlıkla yaptığımıza inanmadı, hatta ağladı oyuncağı kırılan bir bebek gibi.
‘Kaç para verdim ben ona, siz kıymet bilmezler zarar versin diye mi aldım ben onu?’ diye diye ağladı.
Anlayacağın evde bir şey zarar görecek de annem laf söyleyecek diye korka korka yaşardık.
Taa o günler söz verdim kendime, evime kölesi olacağım eşyalar almayacağım diye.
Çok eşyayla döşemedim o yüzden evimi, kullanabileceğim kadarı kâfi geldi. Boşu boşuna kullanmayacağım eşyalarla evi doldurup, birde hiç kullanmadığım eşyaları temizlemek bana göre kölelik çünkü.
Çok pahalı eşyalar almamamın sebebi de bir nefis taşımam.
Biliyorum çünkü dünyanın parasını verdiğim bir eşya zarar gördüğü zaman içim acıyacak. Belki ilk başlarda olmayacak bu ama zamanla o eşya bana değil ben o eşyaya hizmet edeceğim.
Çocuğum, canımın parçası milyarlar verip aldığım eşyayı kırdığında ona bağırıp gönlünü kıracağım.
Görüyorum, eşyaya değer vermeyen insanlar bile zamanla değişebiliyor. Nefisleri onlara hükmedebiliyor. Bende önlemimi bu şekilde almayı düşündüm, kocamda benle aynı fikirdeydi çok şükür. Kullanabileceğimiz kadar eşya ve kullanacağımız eşyaları aldık evimize.
Bin kat örtü örteceğimiz koltuklar almadık, gösteriş için evin her köşesine pahası yüksek biblolar, aksesuarlar koymadık. Böyle bir yöntem bulduk, şu an için pişmanda değiliz olacağımızı da açıkçası zannetmiyorum.
O anlattıkları ok gibi deldi yüreğimi, evimi düşündüm gereksiz o kadar eşya çarptı ki gözüme.
Zarar görmesin evim diye uğraşlarım. Çocuklarım bir şey kırmasınlar diye çırpınışlarım.
Koltuklara ve halılara bir şey dökülmesin diye uğraştıklarım.
Bu halimle kendimi sirkte hayal ettim bir an, incecik bir ipin üzerinde yürümeye çalışan canbaz!
Ne çok ortak noktamız varmış, farkı o sirkte cambazlık yapıyor, ben evimde.
Evimizde rahat oturmaktansa diken üstünde oturduğumuzu açıkçası oturttuğumu fark ettim.
Çok şükür ki fark edebildim…