Barış Manço Fransa’da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur. Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga geçmektedir. Sürekli, ” İşte Türk, yani barbar, vahşi vs… ” demektedir… Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere “Yanınızda kâğıt para var mı?” diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve “Evet var ama n’olacak ” der. Barış
Ekmeğe gösterdiğimiz saygıyı birbirimize göstersek, ne güzel olurdu. Ben ülkemde yerdeki ekmeğe tekme atıldığını hiç görmedim. Ama yerdeki insana tekme atıldığını çok gördüm. Yerdeki ekmeklere gösterdiğimiz saygıyı birbirimize de göstereceğimiz günlerin gelmesini diliyorum. Köy sakinIeri yağmur duasına çıkmışIardı. Bütün köy ahaIisi topIandı. İçIerinden sadece birinde şemsiye vardı. Bu inançtır. İnsanoğlu bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. Allah’ım
Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve “Bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?” diye sormuş salondakilere. Hiç ses çıkmamış tabii. “Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim” diye devam etmiş. Salondan yine çıt yok… Fiyatı artırarak 5.000 dolara kadar getirmiş. Bu sırada salonda bulunanlardan birisi, ─ Hocam, istersen 500 bin
YAŞLI ANADAN BEŞ OĞLUNA MEKTUP Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek, Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek, Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul ! Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım Beş oğul bir kızım için yaşadım Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul ! Köyde bacalar eskisi
Çok eski zamanlarda bir dilenci varmış.bu dilenci köy köy dolaşır, “eden bulur!…” diyerek dilenirmiş.dilencinin hali ve söyledikleri insanların çok tuhafına gidermiş.bu tuhaf dilenci yine günlerden bir köyde dileniyormuş. Dilenmek için dolaşırken de durmadan aynı sözleri söylüyormuş; -Eden bulur!…Eden bulur!…. O köyde köylüler tarafından merhametsizliği ile tanınan ihtiyar, huysuz ve de kötü kalpli bir kadın, dilencinin
Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış. Etrafında bir sürü insan olmasına rağmen, hükümdarın en çok güvendiği ve yegane dostu bir bilge kişi varmış. Bir gün otururlarken, hükümdar bilge kişiye şöyle bir soru sormuş: – “ Sen ki göğün
Birgün bir yahudi, Hz. Ali’ye gelerek demiş ki: – “Yâ Ali! Bana öyle bir sayı söyle ki bu sayı hem 2’ye, hem 3’e, hem 4’e, hem 5’e, hem 6’ya, hem 7’ye, hem 8’e, hem 9’a, hem 10’a tam olarak bölünebilsin!” Hz. Ali, yahudiye, “Peki bu suâlini cevaplarsam, müslüman olur musun?” diye sormuş… Yahudi Hz. Ali’nin
Köyünde onu herkes öldü bilmektedir. Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür. Geldiğinde evine giremez. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır. “-Sen kimsin? -Ben Seyidim. -Biz seni öldü biliyoruz. -İşte sağ döndüm. Benim
Şimdiye kadar birçok aşk mektubu okudum. Ancak hiçbiri beni bu kadar etkilememişti. Zaman ayırdığınıza değecektir. Okuduktan sonra bir köşeye oturdum ve gözyaşlarım dakikalar boyunca yanaklarımdan süzüldü. Hikayenin doğruluğunun onayı ilk ağızdan henüz alınmış değil. Mektuptakileri okuyunca bir kez daha büyük aşkların asla bitmediğine olan inancım arttı. Soğuk bir kış günü kaldırımda yürürken yerde bir cüzdan
Namussuz koca, namuslu hanım istiyor. -Tembel öğretmen, çalışkan öğrenci istiyor -Zina yapmış genç, el değmemiş kız istiyor -Sahtekar amir, dürüst memur istiyor -Cuma farzdır kılarız ama farz olan beş vakit namazı kılmayız. -Çalışmak istemeyiz ama çok zengin olalım isteriz. -İnsanlar tarafından sevilmek isteriz ama biz kimseyi sevmeyiz. -Arabanın çarptığı çocuğa acıyoruz, internetin çarptığı çocuğa acımıyoruz.